Sendika.org’da yer alan söyleşide, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay ile madencilik yapılan sahaların doğal yapısında meydana gelen değişikliklere ve taş ocakları, JES vb. projelerin ormanlık alanlardaki etkisine dair konuşuldu.
Tolunay 2004 yılında yapılan değişiklikle madencilik faaliyetlerinin kolaylaştığını belirtirken ormanlar üzerindeki baskıların arttığını söyledi. Maden ve enerji şirketlerinin siyasi bağlantılar ve lobicilikle maliyetlerini düşürmeye, denetimleri azaltmaya, cezalardan kurtulmaya çalıştığını vurgulayan Tolunay ormansızlaştırmanın olası etkilerinden bahsetti.
Taş ocağı yapılmasıyla orman örtüsünü kaybeden alanlarda sel ve heyelanlar oluşabilir.
Türkiye’deki taş ocakları, JES vb. projelerin ormanlık alanlardaki etkisi nedir? Ormanlık alanların tahribatının çevreye etkileri ne oluyor?
Ülkemizde Maden Kanununda 2004 yılında yapılan değişikliklerle madencilik faaliyetleri kolaylaştı. Madencilik faaliyetinin taş, kum, mıcır ya da değerli bir maden ocağı mı olacağına bakılmaksızın tüm ülke genelinde ruhsat verilmeye başlandı. Bu ruhsat verme sürecinde sadece ormanlar değil yerleşim alanları dahi ruhsat sınırları içinde kaldı. Bir madencilik faaliyetine ruhsat verilse de sonrasında arama ve işletme izni de gerekmekte. Ormanlarda yapılacak madencilik faaliyetleri Orman Kanunu’nun 16. maddesiyle düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında 1984-2003 yılları arasında 48.500 hektar orman alanında madencilik izni verilmişken 2004-2023 yılları arasında ise 166 bin hektar kadar orman alanı madenciliğe açıldı. Bunun 111 bin hektarı ise 2012 yılı ve sonrasına ait. Ormanlarda yapılan madencilik faaliyetleriyle ilgili istatistikler bulunsa da madenlerle kaybedilen tarım ve mera alanlarıyla ilgili maalesef herhangi bir veri yok.
Orman alanlarında kömürlü termik santral, nükleer santral, HES, RES, JES ve BES (Biyokütle Enerji Santrali) olmak üzere hemen her türlü enerji tesisi de kurulabiliyor. Kamu yararı ve zaruret olması durumunda ormanlardan Orman Kanunu’nun 17. maddesine göre izin verilebilmekte. Bu maddeye hemen her yıl birkaç tesis eklenerek ormanlar üzerindeki baskılar arttırılmakta. Halen aralarında yol, havaalanı, mezarlık, cezaevi gibi tesislerin de olduğu 50’den fazla tesis ormanlarda kurulabilmekte. 2023 yılında ormanlardan verilen izinleri düzenleyen Orman Kanunu’nun 17. maddesine ormanlarda lisanslı güneş santrali kurulmasının da önü açıldı. Sadece 2012 ve sonrasında verilen enerji tesis izni 150 bin hektar kadar. Bunun 87 bin hektarı ise elektrik nakil hatlarından oluşuyor. Ormanlardan 2023 yılı sonuna kadar verilen izinlerin toplam miktarı ise 909 bin hektara ulaştı. Bu değerlere maden ocaklarına ve enerji tesislerine ulaşım için açılan yollar da dahil değil.
Madencilik faaliyetlerinin ormanlara en büyük etkisi ormansızlaşmaya ve habitat kaybına neden olması. Özellikle açık maden ocağı işletmelerinde bu kayıplar daha fazla olmakta. Ormansızlaşma bir orman alanının en az on yıl süreyle orman niteliğini kaybetmesidir. Maden ocaklarının çoğunda bu süre aşıldığı için ormansızlaşma gerçekleşmektedir. Ormanların kaybedilmesi aynı zamanda iklim değişikliğinin önlenmesinde en etkili karbon yutak alanlarının azalması anlamına gelmekte. Ormanlarda karbon ağaçlar ve diğer bitkilerde, topraklarda, kuru ağaçlar ve ölü örtüde depolanmaktadır. 23,5 milyon hektar kadar olan orman alanlarımızda 1 hektarda ortalama olarak ağaçlarda 105 ton, topraklarda 215 ton, ölü örtü ve ölü odunda 20 ton kadar karbondioksit depolanmıştır. Dolayısıyla bir hektar ormanı madencilik için kesildiğinde 340 ton karbondioksit de kaybedilmekte.
Madenciliği yol açtığı ormansızlaşmaya bağlı olarak ormanların ürettiği çeşitli ekosistem hizmetleri de gerilemekte. Örneğin orman örtüsünü kaybeden alanlardan erozyon olmakta ve yüzeysel akış artarak sel ve heyelanlar oluşabilmekte. Nitekim İliç’te bu heyelan can kayıplarına dahi yol açtı. Hatta su varlıklarına yakın madenlerin erozyonla bu suları etkilediği çok sayıda örnek var. Özellikle patlama yapılan madenler kayalardaki çatlakları olumsuz etkilediği için yeraltı su beslenmesini engelleyebilmekte. Bunun en önemli örneklerini Kuzey Ormanları sınırları içinde kalan Kırklareli ve Tekirdağ’daki taş ocaklarında görmekteyiz.
Diğer bir etki de orman köylüsü üzerindeki olumsuz etkiler. Orman köylüleri geçimlerini ormanlardan sağlayan ülkemizdeki en yoksul kesimler arasındadır. Gerek ormanda odun üretimi yaparak gerekse kekik, defne, mantar gibi çeşitli odun dışı orman ürünlerini toplayarak ve hayvancılıkla geçinmektedirler. Ama madencilik faaliyetleri nedeniyle bu gelirlerinden olmaktadırlar. Maden şirketleri buna karşı köylülere istihdam yaratacaklarını söyleseler de bu istihdam birkaç kişiyle sınırlı kalmaktadır. Üstelik özellikle taş ocakçılığı birkaç yılla sınırlı olduğu için bu istihdam da ortadan kalkmaktadır. Madenciliğin köylüler üzerindeki diğer bir etkisi de fazla gündeme gelmeyen psikolojik etkilerdir. Yerleşim alanlarının yakınlarında zamansı yapılan patlatmaların gürültüsü, her an evinize taş düşme olasılığı, evlerde oluşan çatlaklar, köylerin içinden geçen kamyonların oluşturduğu trafik gibi nedenlerle çoğu köylü yabancılaşma yaşamaktadır.
Madenciliğin yol açtığı ormansızlaşma ve habitat kayıplarıyla işletme aşamasındaki patlatmalar biyolojik çeşitliliğe zarar vermektedir. Günümüzde en büyük ekolojik sorunlarımız iklim değişikliğiyle birlikte biyolojik çeşitlilik kayıpları. Habitat kayıpları ve parçalanması, kirlilik, istilacı yabancı türler, ekosistemlerden aşırı yararlanma ve iklim değişikliği nedeniyle bu yüzyılın sonunda yaklaşık 2,1 milyon kadar olan tanımladığımız canlı türlerinin üçte ikisinin yok olma riskiyle karşı karşıya kalabileceği tahmin ediliyor. Ülkemizde biyolojik çeşitliliğin zengin olduğu bilinmesine rağmen ne yazık ki bu zenginliğin yereldeki dağılımı hakkında çok fazla veri bulunmamakta. Özellikle omurgasız türlerle, mantarlar ve bakteriler gibi mikroorganizmalarla ilgili araştırmalar da son derece yetersiz. Bu nedenle madencilik faaliyetlerinin çevreye etkilerinin değerlendirildiği ÇED raporlarında biyolojik çeşitlilik incelemesi de oldukça yüzeysel kalmakta. Maden alanı içinde sadece omurgalı türler ve bitkiler listelenmektedir. Bu listeleme de çoğunlukla sadece literatür bilgisiyle gerçekleştirilmektedir. Biyolojik çeşitliliği korumak için alınacağı belirtilen önlemler ise yetersizdir.
Eski bir maden sahasına fidan dikilmesiyle rehabilite mümkün değil.
Madencilik faaliyetleri yapılan sahanın bozulacak doğal yapısının yeniden düzenlenmesi, ormanların rehabilitasyonu mümkün mü? Ortaya çıkan zarar onarılabilir mi?
Ormanlardaki madencilik faaliyeti sonrasında buraların yeniden ormanlaştırılması gerekmektedir. Ancak bu çoğunlukla mümkün değildir. Kömür madenciliği sonrasında kömür yataklarının üzerinde genellikle birikmiş toprak ve gevşek materyal olduğu için bunlar ağaçlandırılabilmekte. Ama yine de maden çukurları bırakıldığı ve buralarda su birikerek göllendiği için ağaçlandırılması mümkün olmamaktadır. Taş, mıcır ve mermer ocaklarının ise madencilik faaliyeti sonrasında rehabilite edilmesi ise neredeyse imkansızdır. Diğer yandan eski bir maden sahasına fidan dikilmesiyle buraların rehabilite edildiğinden söz etmek de mümkün değildir. Çünkü orman ağaçları sığ topraklarda dahi kayaların arasındaki çatlaklara kök salarak gelişebilmektedir. Ama madencilik faaliyeti sonrasında ayrışma nedeniyle parçalanmış ve ağaçların köklenmesine olanak veren yapı da bozulmaktadır. Çatlaklı yapısını kaybetmiş kayaların üzerine 5-10 cm toprak serilerek yapılan ağaçlandırmaların çoğunun başarılı olmadığı görülmektedir.
Ek olarak Maden Kanununda yer alan çeşitli hükümlerin uygulanmaması, denetimsizlik ve çevre uyum bedeli gibi teminatların düşük olması da sorunları artırmaktadır. Maden ocağı açılmadan önce şirketlerin sahayı rehabilite etmeden terk etme riskine karşı çevre uyum bedeli alınmaktadır. Ancak bu bedelin rehabilitasyon giderinden düşük olması nedeniyle maden ocaklarının rehabilite edilmeden terk edildiği Sayıştay Raporlarında dahi yer almaktadır.
Bir de artık maden sahalarının rehabilitasyonun değil restorasyonunun konuşulması zamanı gelmiştir. Rehabilitasyon bozulmuş bir ekosistemdeki sel, erozyon, heyelan gibi olumsuzlukları gidermek için bitki örtüsünün oluşturulması ya da var olan bitki örtüsünün arttırılmasıdır. Buna karşılık restorasyon ise bozulmuş bir ekosistemin yeniden eski haline getirilmesidir. Restorasyon çok daha uzun zaman alan, maliyeti yüksek ve bilimsel çalışmalara dayanması gereken bir süreçtir. Tam da bu nedenlerle restorasyon çalışmalarından kaçınılmakta, madenlerin tahrip ettiği alanların fidan dikimiyle rehabilite edildiği zannedilmektedir. Ama bu uygulamayla ekosistem oluşturulamamaktadır.
Sadece orman ekosistemi değil denizler, göller de risk altında
Kuzey Ormanlarındaki ekosistem ve bu ekosisteme yönelik tehditler hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Kuzey Ormanları denilince İstanbul’a su aktarılan bölgelerdeki ormanları anlamamız gerekir. Bu alan doğuda Melen Nehri’nden başlayıp, batıda Bulgaristan’a uzanan bölgedeki tüm ormanları kapsamaktadır. Kuzey Ormanları denilince sadece orman ekosistemlerini düşünmemek gerekir. Bu bölgede ormanlara ek olarak deniz, göl, akarsu, kıyı, kumul, mera, tarım ekosistemleri de yer almaktadır.
Kuzey Ormanları kavramı İstanbul’daki 3. köprü ve bağlantı yıllarıyla 3. havaalanının buraya yapılacak olmasıyla ortaya çıkmıştı. Bu mega projelere daha sonra Kanal İstanbul da eklendi. Üçüncü Köprü bağlantı yolları ve 3. Havaalanın neredeyse tamamı ormanlar üzerindeydi ve 10 bin hektar kadar bir ormansızlaşmaya yol açtı. Kuzeye inşa edilen bu projelerle birlikte kentin de kuzeye doğru yayılması ormanları olmasa da tarım ve mera alanlarının yapılaşmasına yol açtı. Kanunen orman olmasalar da fiilen orman olan askeri alanların yerleşime açılmasıyla İstanbul yeşil alanlarını kaybetti. İstanbul’un nüfusunun artması, yeni konutlar ve mega projeler inşa edilmesi ormanlara dolaylı olarak zarar verdi ve halen vermeye devam ediyor. Özellikle Çatalca, Silivri, Arnavutköy ve Eyüpsultan ilçelerinde ormanlar içinde çok sayıda taş ocağı açıldı. Sadece İstanbul’da değil Kırklareli ve Tekirdağ’da da buralardaki çimento fabrikalarına hammadde sağlamak, altyapılar ve binalar için taş ve mıcır temin etmek için çok sayıda taş, kalker ve kil ocağı bulunuyor. Sadece Trakya’da değil, Şile’de, Sakarya’da çok sayıda maden ocağı bulunmakta. Yine İstanbul ve Trakya’da rüzgar santralleri kurulmaya başlandı. Çok sayıda RES için ÇED hazırlandı. Sadece 2023 yılının son 6 ayında 75’ten fazla RES ve GES’in ÇED süreci başlamıştı. Sadece RES ve GES’ler değil, nükleer enerji ve doğal gaz tesisleri de kuzey ormanlarını tehdit etmekte. 3. Nükleer Santralin İğneada’da kurulacağı on yılı aşkın bir süredir biliniyor. TürkAkım doğalgaz boru hattı Kıyıköy’de karaya çıktı ve ormanlardan geçirildi. Çok değil 5-6 yıl önce Çerközköy ve Kırklareli’nde iki kömürlü termik santral kurulması gündemdeydi.
Maden ve enerji şirketleri siyasi bağlantılar ve lobicilikle maliyetlerini düşürmeye çalışıyor
Projelerdeki artışın iktisadi ve politik gerekçeleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Ülkemizde özel sektörün söylemleri oldukça standarttır. Bunlar istihdam yaratıyoruz, ihracat yapıyoruz ve GSMH’ya katkı sağlıyoruz diye özetlenebilir. Elbette nüfusu artan ülkemizin bu nedenle yeni yerleşim ve istihdam olanaklarına gereksinimi bulunmaktadır. Ancak ekonomik gerekçelerle ekosistemlere zarar verilmesinin geri döndürülemez etkileri de olmaktadır. Örneğin ormansızlaşma yaşanmakta, sular kirlenmekte, son yıllarda ormanlarda izin verilen elektrik nakil hatları nedeniyle orman yangınlarında artışlar yaşanmaktadır. Madencilik özelinde çıkarılan madenlerin çoğu hammadde olarak satılmaktadır. Üstelik özellikle değerli madenler tükenebilir kaynaklardır ve vahşi madenciliğe dönüşen uzun dönemli planlama yapılmadan gerçekleştirilen projeler geleceğimizi de tehdit etmektedir. Yine madenciliğin istihdama katkısı oldukça sınırlı ve kısa sürelidir. Bu istihdamlar bekçi, vasıfsız işçi ve kanyon kiralama şeklinde yapılmakta olup, madencilik faaliyeti sonra erdiğinde bu personel de işsiz kalmaktadır. Bu nedenlerle katma değeri yüksek ürünlerin üretildiği madenciliğe geçilmesi gerekmektedir.
Maden ve enerji şirketleri siyasi bağlantılar ve lobicilikle maliyetlerini düşürmeye, denetimleri azaltmaya, cezalardan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu amaçla tüm siyasi partilere ulaşmakta, istihdam oluşturdukları ve ihracat yaptıklarını iddia ederek mevzuatın lehlerine değiştirilmesi için çaba sarf etmektedirler. Ancak özellikle elmas ve altın gibi değerli madenlerin çıkarıldığı Afrika ve Güney Amerika gibi ülkeler incelendiğinde madenciliğin bu ülkelerdeki ekonomik refaha katkı sağlamadığı görülecektir. Bunun en büyük nedeni vahşi ve sömürge madenciliğidir. Bu nedenlerle ülkemizde madenlerin kamu tarafından işletilmesi, taş, mıcır, mermer gibi madenlerle ve değerli madenlerin aynı şekilde değerlendirilmemesi, ormanlarda taş ve mermer ocağı açılmasının yasaklanması, bazı madenlerin stratejik ürün olarak değerlendirilip ihracatına sınırlandırma getirilmesi, hammadde olarak maden ihracatına son verilmesi, madenciliğe kapalı alanların genişletilmesi, madenlerin fayda maliyet analizinde ekosistemlere verilen zararların ve kaybedilen ekosistem ürün ve hizmetlerinin de dikkate alınması gibi önlemler alınmalıdır.
Köylüleri bekleyen diğer bir tehlike bilirkişi ve dava ücretlerindeki artışlar
Türkiye’de önümüzdeki döneme dair bu projelerin seyri açısından ne söyleyebilirsiniz? Bu konuda mücadele yürüten doğa savunucularını ve köylüleri ne bekliyor?
Maalesef iyi şeyler söylemek mümkün değil. Ülkemizin bulunduğu ekonomik durum, şirketlerin lobi faaliyetleri gibi nedenlerle maden ve enerji projelerinin sayının artacağı, en azından azalmayacağını düşünüyorum. Nitekim son birkaç yıldır ülkemizin çoğu bölgesinde altın arama ve işletme faaliyetlerinde ciddi bir artış bulunmakta. Ayrıca kentsel dönüşüm ya da havaalanları, yollar gibi bazı projeler nedeniyle taş, mıcır ve kil ocaklarının sayısında artış yaşanabilir. Örneğin Trabzon Havaalanın kapatılarak yeni bir havaalanı inşa edileceği daha yakın bir zamanda açıklandı. Ordu-Giresun ve Rize-Artvin havaalanları inşasından da gördüğümüz üzere deniz doldurularak yapılan havaalanları için çok sayıda taş ocağı gerekiyor. Var olan bazı madenler ise kapasite artırımlarına gitmekte. Halbuki bu bile başlı başına hukukun ardına dolanarak yapılmakta. Örneğin çoğu madencilik faaliyetinde ruhsat alanı çok daha geniş olmasına rağmen maden ocağının alanı 25 hektarın altında tutularak ÇED raporu hazırlamaktan kaçınılmakta ve çok daha kolay bir süreç olan proje tanıtım dosyası hazırlanarak ÇED Gerekli değildir kararları alınmakta. Bu karar alındıktan kısa bir süre sonra ise kapasite artışı talep edilmektedir.
Doğa savunucuları ve köylüleri bekleyen diğer bir tehlike bilirkişi ve dava ücretlerindeki artışlar. Davanın büyüklüğüne ve bilirkişi heyetindeki uzman sayısına göre dava ücretleri 50 bin-100 bin TL’leri bulabilmekte. Bu meblağların köylüler tarafından karşılanması oldukça zor. Dava giderleri bazen köylüler, STK’lar ve Odalar tarafından karşılansa da kazanılan davalardan kısa bir süre sonra ÇED Raporlarında yapılan ufak tefek bazı değişikliklerle süreç yeniden başlamakta. Bunun son örneklerinden birisini Cerattape’de görüyoruz. Anayasa Mahkemesinin Cerattepe’deki Maden için verilen ÇED Onayında hak ihlali olduğu kararı vermesinin ardından Rize İdare Mahkemesi ÇED Olumlu kararını iptal etmişti. Üzerinden bir ay bile geçmeden yeniden ÇED başvurusunda bulunuldu.
Maden ve diğer şirketlerin stratejilerinden bir diğeri de sosyal sorumluluk adı altında köylere cami, okul, yol yaptırılması. Ancak bu tecrübelerden geçen köylerin çoğunda görüleceği üzere köylere yapılanlar verilen zararın çok çok gerisinde kalmakta. Bu nedenlerle doğa savunucuları ve köylüler bu süreçleri yaşamış diğer köylerle işbirliği yapmalı, bilgi ve deneyimleri paylaşmalıdır. Ayrıca Maden ve Orman Kanunlarında vahşi madenciliğin önünü açan ve ormansızlaşma ve orman tahribatlarına neden olan maddelerin değiştirilmesi için de madenci şirketlerinden daha fazla aktif olarak siyasi partilere baskı yapmalıdırlar.