Kayhan Ayhan’ın DWTurkçe’de yer alan haberine göre; Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadelenin temel yasal dayanağı olacağı belirtilen İklim Kanunu taslağının hazırlanması için çalışmalar sürerken, iklim koruma ve çevre örgütleri emisyon oranlarının sıfırlanması ve ekosistemin korunması çağrısı yapıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 3 Ekim’de yaptığı açıklamada hazırlıkları uzun süredir devam eden İklim Kanunu’nun 1 Ekim’de başlayan yeni yasama yılı ile birlikte TBMM gündemine geleceğini ve yıl bitmeden yasanın yürürlüğe girmesinin hedeflendiğini söylemişti.
Bu yıl Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 11-24 Kasım 2024 tarihleri arasında yapılacak 2024 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı COP29 öncesi iklim örgütleri konuyu tekrar gündeme getirerek çağrıda bulundu.
Ülkenin sera gazı emisyonlarını azaltmak ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için etkili politikalara ihtiyacı olduğunu düşünen iklim örgütleri, bunun yolunun da uzman görüşleri ile hazırlanmış bir İklim Kanunu’ndan geçtiğine vurgu yapıyor, İklim Kanunu ile ilgili hazırlık sürecine dahil edilmeyi talep ediyor.
Tanyeli Sabuncu: Bu metin temel yasal dayanak olacak
DW Türkçe’ye konuşan Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Sabuncu, İklim Kanunu’nun Türkiye’de iklim kriziyle mücadeleye yönelik politikaların ve bu kapsamda atılacak adımların temel yasal dayanağı olacağını vurguluyor:
“Böylesi bir metin ekonomi genelinde emisyon azaltımına ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum kapasitesinin geliştirilmesine yönelik ana hedefler içermeli, bunun yanında enerji dönüşümü ve doğal alanların korunması başta olmak üzere sektörel alt hedefler tanımlamalıdır. İklim Kanunu ayrıca; iklim ve doğa dostu bir ekonomiye adil bir geçişi ve bu yönde atılacak adımların kapsayıcılığını güvence altına alacak katılımcı yönetim mekanizmalarını da tariflemelidir. Mevcut taslak metinde bu unsurları ne yazık ki göremiyoruz.”
Türkiye’nin mevcut iklim hedefleri
Türkiye, Paris Anlaşması’na taraf olmadan önce 2015’te Birleşmiş Milletler’e sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda 2030 itibariyle emisyonlarında “artıştan yüzde 21 oranında azaltım” taahhüdünde bulunmuştu.
Bu hedef, 2022’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP27) güncellendi. O dönemdeki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2030 yılında emisyonları, yine referans alınan artış senaryosuna göre yüzde 41 azaltma hedefi kondu.
Türkiye’nin iklim hedefi, emisyon artış hızında bir yavaşlama vadediyor. Bu plana göre mutlak azaltım ancak 2038 yılında başlayacak ve net sıfıra ulaşmak için Türkiye’nin yalnızca 15 senesi olacak.
İklim alanında çalışan sivil toplum örgütleri yasa taslağının Paris Anlaşması’na taraf olan tüm ülkeler için net sıfır emisyon amacını içermesine dair beklentileri karşılamadığına dikkati çekiyor.
İklim ve çevre alanında çalışan ve aralarında Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı – HUDOTO, WWF-Türkiye, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe), Türetim Ekonomisi Derneği, 350 Türkiye Fosil Yakıtların Ötesi (Beyond Fossil Fuels), Greenpeace Türkiye ile Yeşil Düşünce Derneği’nin bulunduğu sivil toplum kuruluşları (STK), Ekim ayı ortasında yaptıkları ortak açıklamada ilk kez yürürlüğe girecek hayati önemdeki İklim Kanunu’nun taslak yazım sürecine dahil edilmedikleri için birçok eksiklik içerdiğine dikkat çekerek Meclis görüşmelerinde eksikliklerin giderilmesini talep etti.
İklim Kanunu’na ilişkin talepler
STK’lar ortak açıklama ile İklim Kanunu’na ilişkin taleplerini sıraladı. STK’ların taleplerinin başında, 2053 net sıfır hedefi ve bu hedefin gerçekleşmesini sağlayacak dönüşümün, taslağa eklenmesi geliyor.
STK’lar, iklim hedeflerini belirleyecek, hedeflere ne ölçüde ulaşıldığını takip edip raporlayacak kurumsal mekanizmalar oluşturulmasının önemine de dikkat çekiyor. Bu çerçevede öngörülen yeşil dönüşümün adaletli olması için gereken adil geçiş mekanizmalarının kurulması, örgütlerin bir diğer önemli talebi.
İklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer alan Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye’nin, emisyonları azaltmanın yanı sıra iklim değişikliğine uyum sağlamak ve en kırılgan grupları korumak için politikalar tasarlaması da iklim kanunu ile güvence altına alınması istenen bir diğer konu.
WWF’in yeni raporuna göre Akdeniz dünyadaki en hızlı ısınan deniz haline geliyor. Artan sıcaklıklar halihazırda yoğun insan etkisine maruz kalmış denizel kaynakları tükenme noktasına getirerek havza genelinde gözle görülür, vahim sonuçlar doğuruyor. Ekosistemler baştan aşağı değişiyor ve bölge halkının geçim kaynakları yok oluyor.
İklim örgütlerinin talepleri arasında tarım, balıkçılık, ormancılık gibi iklim etkilerine karşı en kırılgan alanlar başta olmak üzere tüm ekonomik sektörlerin, çalışma hayatının, sosyal hizmetlerin ve kentsel yapıların iklim değişikliğinin etkilerine uyum önlemleri ile güçlendirilmesi yer alıyor.
Son olarak iklim değişikliğinin kadınlar, çocuklar, engelliler ve yoksullar üzerindeki etkilerinin daha kırılgan olduğuna vurgu yapılarak, bu kişileri korumaya, eşitsizlikleri gidermeye yönelik kanunsal garantiler sağlanması çağrısında bulunuluyor.
Gülsüm Şakar: Hedef sera gazı salımının azaltılması olmalı
DW Türkçe’ye konuşan Kuzey Ormanları Savunmasından Gülsüm Şakar da Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı nasıl uygulanacağını, emisyon azaltım stratejileri ve iklim değişikliğine karşı uyum sağlamayı amaçlayan uzun vadeli net hedefler belirlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
Şakar, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasında ana hedefin sera gazı salımlarının azaltılması olması gerektiğini vurgulayarak, “Ülkemizde toplam sera gazı emisyonları değerlendirildiğinde en büyük payı yüzde 71,8 ile enerji kaynaklı emisyonlar oluşturmaktadır. Ve yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2024 Ağustos ayı verilerine göre enerji üretiminin hâlâ yüzde 21,7’si doğal gazdan ve yüzde 20’ye yakını kömürden elde edilmektedir” diyor.
Kömür üretimi için maden şirketlerinin Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerinin kuzeyindeki Kuzey Ormanları’nın tüm mevkilerinde geri dönüşsüz tahribatlara yol açtığına işaret eden Şakar, “En önemli karbon yutak alanları olan Kuzey ormanlarımızı kaybetmek iklim değişikliğini hızla tetikliyor. Bakanlığın kendi yayınladığı rakamlarla ortaya çıkan bu vahim tablo içerisinde İklim Kanunu ile adım adım fosil yakıtların tüketiminin nasıl azaltılacağı ile birlikte en yüksek ormansızlaşma sebeplerinden olan madenciliğin nasıl düzenleneceği en önemli konulardan olmalıdır” vurgusu yapıyor.
“İklim Kanunu ile ormanlar da korunmalı”
İklim değişikliğine uyum sürecinde diğer bir önemli adım olarak fosil yakıtlara alternatif olduğu söylenen yeşil enerji yatırımları pazarının da hızla büyüdüğünü aktaran Şakar, bu anlayışla sayısı her geçen gün artan Rüzgar Enerji Santralı (RES), Güneş Enerji Santralı (GES), Jeotermik Enerji Santralı (JES) projelerinin alanlarının yine orman alanları olmasını eleştiriyor.
“Bu proje alanları ve ulaşım bağlantı yolları ile yüksek hektarda orman alanı tahrip olmaktadır. İklim kanunu ile fosil yakıtları azaltılması hedeflenirken üretilecek enerjiyi, doğal karbon emisyon alanı olan orman ekosistemlerini tahrip etmeyecek şekilde elde etmenin yöntemleri İklim Kanunu’nda net bir şekilde belirtilmelidir” diyen Şakar, İklim Kanunu’nun “Aynı şekilde orman tahribatına da yol açan ve iklim değişikliği etkileri ile sıklaşan orman yangınları ile etkin şekilde nasıl mücadele’ edileceğinin planlarını da içermesi gerektiğine dikkati çekti.
İklim Kanunu’nun doğal ekosistemleri de koruması gerektiğine işaret eden Şakar, “Küresel ısınmanın ve aşırı hava olaylarını etkilerinin azaltan doğal ekosistemler olan sulak alanların, yeraltı sularını kirleten ve kurutan JES projeleri ve kuraklığa sebep olan hatalı HES projelerinden, yanlış tarımsal sulamanın, endüstriyel kirliliğin ve yapılaşmanın etkilerinden nasıl korunacağı belirlenmiş olmalıdır” diyor. İklim değişikliğinin etkilerinden korunmak için doğal ekosistemler birliğinin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının temel amaçlardan biri olması gerektiğini vurgulayan Şakar, “Olası tahrip faktörleri her yönüyle İklim Kanunu’yla ele alınarak etkilerini engellemek hedeflenmelidir” şeklinde konuşuyor.