Deniz salyası olarak da bilinen ve 2021 yılında Marmara Denizi’ni tehdit eden müsilaj, uygulanmayan Eylem Planı sonrası yeniden ortaya çıktı. Marmara Denizi Savunması’nı oluşturan sivil toplum örgütleri, ilgilileri ve yetkilileri Marmara’nın temizliği için harekete geçmeye çağırıyor. Büyük balıkçı tekneleri Marmara Denizi’ni terk ederken, küçük balıkçılar da ayakta kalmakta zorlanıyor. Teknelerin ağları 10 metrenin altına inemiyor. Balıkçılara göre tezgahta fiyatların iki katına çıkmasının nedeni, müsilaj.
Berfin Şengil’in 9. Köy’de yer alan haberine göre, Yaklaşık 4 yıl önce tanıştığımız “müsilaj”, bir kez daha Marmara Denizi’ni kıskacına aldı. Denizlerdeki atıklar, uygulanmayan çevre politikaları ve bilinçsizlik, deniz canlılarının hayatını tehdit ediyor. Balıkçılar Marmara Denizi’nde ağ attıklarında müsilaj çekiyor. Küçük ölçekli balıkçı teknelerinde zarar çok büyük.
Müsilaj, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Mustafa Sarı tarafından 23 Ekim’de Erdek Körfezi’nde yeniden tespit edildi. Şubat ayına gelene kadar da çok sayıda balıkçı, ağlarına takılan ve motor filtrelerini kaplayan müsilaj görüntülerini paylaştı.
Artan kirlilik nedeniyle müsilaj, deniz yüzeyine kadar çıktı ve Kuzey Ormanları Savunması’nın ifadesiyle, “Marmara Denizi cankurtaranını arıyor.” Denizin yüzeyine çıkan müsilajın, diplerdekinin binde biri bile olmadığını dile getiren Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara Denizi’ni astımlı bir çocuğa benzetti…
Marmara’nın 11 bin 350 kilometrelik yüzey alanının, yüzeyden itibaren ilk 30 metresinin şu anda örümcek ağı gibi müsilajla sarıldığını belirten Sarı, müsilajın Erdek Körfezi’nin ardından sırasıyla Marmara Adaları, Tekirdağ kıyıları, Prens Adaları, Gemlik ve İzmit körfezlerine ulaşarak yaklaşık 45 gün içinde tüm Marmara’ya yayıldığını açıkladı. Ayrıca, “23 Aralık itibarıyla Çanakkale Boğazı’ndan Kuzey Ege’ye geçti. Bozcaada, Gökçeada ve Saros Körfezi civarında da Kuzey Ege’de de şu anda müsilaj görülüyor” dedi. Müsilaja neden olan 100’den fazla etken olsa da temelde; deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artış, Marmara Denizi’nin durağan su yapısı ve kirlilik yükü olmak üzere 3 ana tetikleyici bulunduğunu da ekledi.
Mustafa Sarı, çevresinde 25 milyon insanın yaşadığı Marmara Denizi’ndeki kirliliğin boyutunu şöyle açıkladı: “Türkiye’nin yarısından fazlasına hizmet sunan bir endüstri, Marmara Denizi çevresinde kümelenmiş. Bunların atıklarının da en iyi olasılıkla yüzde 30’u arıtılıyor, yüzde 70’i hiç arıtılmadan Marmara Denizi’ne boca ediliyor. Bu kirlilik yükü devam ettiği sürece müsilaj bir sonuç olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.“
“Büyük balıkçılar Marmara Denizi’ni terk etti”
Müsilaj yüzünden balıkçıların yaşadığı sorunları Sarı, “Müsilaj ağlarını kaplıyor, ağlarını atmalarını ve çekmelerini engelliyor. Şu anda da ağlarını attıklarında balık değil, müsilaj yakalıyorlar. Ortamda balık olsa bile ağı çekemedikleri ve ağlarını müsilaj kapladığı için kayıp yaşıyorlar” diyerek açıkladı.
Sarı, balıkçılığın girdiği çıkmazı şu sözlerle dile getirdi: “Büyük balıkçılar, yaşadıkları bu sorunlardan dolayı Marmara Denizi’ni terk edip Karadeniz ve Ege’ye gitti. Tekneleri diğer denizlere gitmeye uygun olmayan küçük balıkçılar kaldı. Onlar da gerçekten çok zorluk yaşıyorlar, perişan durumdalar. Ekonomik olarak en büyük kaybı ilk etapta balıkçılar yaşıyor.”
Prof. Dr. Mustafa Sarı, bahar ve yaz aylarında yüzeye çıkacak müsilaj nedeniyle turizmde de kayıp yaşanacağının altını çizdi. Ekolojik kayıp noktasında da pina, midye, istiridye, mercan ve sünger gibi dipte sabit yaşayan organizmaların büyük sıkıntı yaşadığını, beslenme ve oksijen alımlarının engellendiğini belirtti. Balık yumurtalarının deniz salyasıyla kaplanması nedeniyle balık tür ve sayısında yaşanacak felakete de dikkat çekti.
Şu anda Marmara Denizi’nde 60 metrenin altında oksijen kıtlığı yaşandığını söyleyen Sarı, derinlerde yaşayan ve balıkçıların doğrudan hedefi olmayan balıkların hayati tehlikesini de “Mesela Büyükada ile Kartal Sahili arasındaki bölgede bir trol çektik, bir ton av çıktı. 950 kilosu vatoz ve köpek balığıydı, sadece 50 kilosu diğer balıklardı. Bu hayvanlar o derinlikte olmamalı. Ama müsilajdan buradalar ve balıkçı ağlarıyla karşılaşıyorlar” sözleriyle açıkladı.
“Müsilaj var balık yemeyelim mantığı doğru değil”
Bir çeşit şeker olan polisakkaritten oluşan müsilajın doğrudan halk sağlığına zararı bulunmadığını belirten Mustafa Sarı, “Ancak denizin altında müsilaj oluştuktan sonra bütün bakteriler, virüsler, mikroplastikler müsilajın içinde kümelenir. Hele de müsilaj yüzeye çıkarken hepsini toplayarak yüzeye taşır. Şu etapta denizde müsilaj var, denizden avlanan balığı yemeyelim gibi düz bir mantık doğru olmaz. Bu konuda bakanlıkların açıklamaları takip edilmeli” dedi.
“Denizden umudumuz var. Çünkü denizin, kendisinden umudu var” diyen Sarı, kayıkçı kavgasından vazgeçerek acilen merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesi ve vatandaşın da bunu talep edecek duyarlılıkta olması gerektiğini vurguladı. Faal olmayan arıtma tesislerinin hızlıca kullanıma sokulması gerektiği ve büyük oranda sanayinin zehir kanalına döndürdüğü Nilüfer Çayı, Haramidere, Kurbağalıdere, Gönen Çayı, Biga Çayı, Ergene Nehri gibi akarsular için de denetim çağrısında bulundu.
Denizlere yardım için daha az atık çıkarmaya gayret göstermek gerektiğini belirten Sarı, “Lavabonuza bir litre kızartma yağı döktüğünüzde bir milyon litre deniz suyunu kirletiyorsunuz. Çamaşır suyu, kireç çözücü, leke çıkarıcı gibi kimyasalları kullandığınızda da aynı şekilde” dedi.
“Ağlarımız çalışmıyor, fiyatlar yükseliyor”
Dedelerinden kalma balıkçılık mesleğini, Marmara Denizi’nde uzun yıllardır sürdüren Uğur Kıran, müsilajın kendilerine verdiği zararı şu sözlerle aktardı: “Müsilaj sıcaklarla beraber yukarıya çıkıyordu, rahatlamıştık. Hava soğuyunca tekrar dibe indi. Bu yüzden çok zorlanıyoruz, balık tutamıyoruz. Ağlarımız çalışmıyor, yırtılıyor. Ancak ilkbahara doğru müsilajdan kurtulabileceğimizi umut ediyoruz.”
10 metrelik küçük teknelerle balıkçılık yaptığını söyleyen Kıran, “Büyük tekneler Marmara Denizi’nde çalışamaz hâlde. Ağları denizin dibine gitmediği için Karadeniz ve diğer denizlere açıldılar” dedi. Müsilajın son aylarda çoğaldığını söyleyen Kıran, lodoslu havalarla müsilajın Marmara’ya daha çok yaklaştığını ve kuzeydoğu havalarıyla tekrar Ege’ye doğru yöneldiğini, şu an nispeten azalma görüldüğünü belirtti.
Müsilajın, tezgah fiyatlarına çok fazla etkisi olduğunun altını çizen Uğur Kıran, “Çinekop balığı 400-500 lirayken, 1000-1200 liraya çıktı. İstavrit 100-150 liraydı, şimdi 300 lira. Fiyatlar müsilaj nedeniyle arttı. Balıkçılar randımanlı çalışamıyor, balık tutamıyor ve fiyatlar yükseliyor” ifadelerini kullandı. Ayrıca Kıran, önlem alınmayan müsilaj nedeniyle balıkçılar ve tüketicileri zor günler beklediğini vurguladı.
Yetkilileri harekete geçirmek için çalışacaklar
Kuzey Ormanları Savunması Sözcüsü Eser Öncel ise “Marmara Boğuluyor: Müsilaj Krizine Karşı Harekete Geç!” diyerek yola çıkan Marmara Denizi Savunması ile müsilaj krizinin aşılmasına yardımcı olmak istediklerini belirtti. Çevre sorunu olmasının yanında müsilajı, toplumsal sorumluluk olarak da gördüklerini söyleyen Öncel, “Mesela Sualtı Temizlik Hareketi isimli STK, önümüzdeki günlerde yapacakları dalış etkinliği ile deniz temizliği yapacak. Bu gibi çalışmaların amacı, temizlik konusuna dikkat çekmek ve insanları bilinçlendirmek” dedi.
Çevreciler olarak bir araya gelmelerinin ardından balıkçılar, turizmciler gibi ekonomik olarak müsilajdan zarar gören insanları, Marmara Denizi Savunması’nda buluşturmak istediklerini aktaran Öncel, en doğru şekilde bilgiyi alıp, yetkilileri harekete nasıl geçirebilecekleri konusunun kendileri için önemini vurguladı. Öncel, “Ne kadar sürerse sürsün elimizden ne geliyorsa onu yapacağız. Ancak 5-6 maddesi uygulanan 22 maddelik Eylem Planı’nın bir an evvel hayata geçirilmesi için çalışacağız” dedi. Marmara Denizi Savunması’nın amaçlarını da müsilaj krizinin temel nedenlerine dikkat çekerek çözüm mücadelesini geniş kitlelere yaymak; bilim insanları, hukukçular, aktivistler ve sanatçılarla işbirliği yapıp farkındalık oluşturmak; yerel yönetimler ve ilgili kurumlar üzerinde somut baskı oluşturacak girişimlerde bulunmak olarak sıraladı.