İstanbul’un manda yetiştiriciliğiyle ünlü Kuzey Ormanları köylerinde hayvancılık artık bitme noktasında. 3. havalimanı ve olası Kanal İstanbul projesi nedeniyle meraları işgal ve tahrip edilen köylüler hayvanları otlatacak yer bulamadığı için mandaları satarak çiftlikleri teker teker kapatıyor.
Vedat ÖRÜÇ’ün Yeşil Gazete’de yer alan haberine göre, Türkiye’de tarım alanları her geçen yıl daralıyor. Büyüyen kentler, altyapı yatırımları, “çılgın projeler” tarımsal alanları ve üretimi tehdit eden unsurların başında geliyor. 3. Havalimanı (İstanbul Havalimanı), Kuzey Marmara Otoyolu ve olası Kanal İstanbul Projesi de İstanbul’un kalan son tarım alanlarını yok eden projelerden. Sadece bundan birkaç sene önce, 3. Havalimanı proje alanının yüzde 81’i ormanla, yüzde 9’u ise suyla kaplıydı. 2014 ile 2018 yılları arasında gerçekleşen inşaatın sonunda Arnavutköy ilçesindeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri büyük ölçüde kısıtlandı veya yok oldu.
Bugün havalimanından arta kalan yeşil alanlar ise çoğunlukla dikenli tellerle çevrili. Havalimanı çevresinde yaşayan köylüler bu alanlarda mandalarını otlatmaya çalışıyor. Ancak çoğu zaman ya havalimanı güvenlik görevlileri ya da arazi sahipleri tarafından mandalar geri itiliyor. Bazı yerlerde ise mandalar çitleri yıkarak otlamak için girdikleri alandan yaralanarak kan içinde geri çıkıyor. Eskiden mandaların çamurlu sularla serinledikleri ve yuvarlandıkları göletler ise kurumuş durumda. Uçakların yarattığı gürültüde de hayvanları huzursuz eden bir diğer etken.
İstanbul’un fethinden bugüne kuzey bölgelerinde manda yetiştiriciliği yapıldığı söylenir. Şehirde manda yetiştiriciliğiyle ünlü köylerin başında ise Durusu, Yeniköy, Tayakadın, Baklalı ve Karabun köyleri geliyor. Yeşil Gazete olarak bu köylere gittik, köylerde halen mandacılık yapan sadece 3-5 aile bulabildik. Onlar da tamamı yok edilen meralar nedeniyle mandalarını yakın zamanda satmayı düşünüyor. İstanbul Havalimanı’nın dibindeki bu köylerde 10 yıl öncesine kadar hemen herkes geçimini manda yetiştiriciliğinden sağlıyordu. Köyde kalan son manda yetiştiricilerinin hemen hepsi aynı cümleleri kuruyor:
“Havalimanından sonra meramız ve ormanlık alanlarımız yok oldu. Şimdi de yem fiyatları ve artan maliyetler belimizi büktü.”
Manda yetiştiricileri Kanal İstanbul’un hayata geçmesi durumunda ise bölgede tarım ve hayvancılığın tamamen biteceğini düşünüyor.
İlk durağımız, üzerinden sürekli uçaklar geçen Tayakadın köyü. Burası bölgenin en kalabalık köylerinden biri. Havalimanı inşasıyla birlikte bir köyden çok kasabaya dönüşmüş durumda. Havalimanı çalışanlarının uğradığı bir durak adeta. Köye gelir gelmez ilk iş köy kahvesine gidiyoruz. Köylülere manda yetiştiricilerini sorunca herkesten aynı cevabı alıyoruz:
“Manda mı kaldı köyde! Olanlar da mera kalmadığı için satmak üzere.”
Kahvede konuştuğumuz herkesin bir dönem mandası varmış ancak çoğu İstanbul Havalimanı’ndan sonra “meramız kalmadı” diyerek satmış. Köyde halen üç aile manda yetiştiriciliği yapıyor. Kahvede konuştuğumuz Seyfullah Yemişkent doğma büyüme Tayakadınlı. Tesisatçı olmasına karşın bir dönem o da hayvancılıkla uğraşmış. Yemişkent, “Bir manda 3 senede süt verir hale geliyor. Hayvancılık yaptık. Üçüncü havalimanı açıldıktan sonra hayvancılıktan vazgeçmek zorunda kaldık çünkü manda, inek gibi değil. Manda ormanda gezer. Su yoksa manda olmaz. Bizim hayvanları ilkbaharda ormana bırakırsın sonbahara kadar ormanda dururlar. 4 ay evdeyse 7 ay kırda geziyordu. Şimdi o olay bitti. Maliyetler de arttı. Üretmek yetmiyor” diyor.
‘İlk sıkıntı bölgedeki projelerle başladı’
Doğma büyüme Tayakadınlı olan 56 yaşındaki Ercan Erduran ise kalan son manda yetiştiricilerinden biri. 2 çocuk babası Engin Pınarbaş bu mesleğin babasından kaldığını ve 25 yıldır yaptığını söylüyor. Ama o da artık bırakma noktasına gelmiş. Yaklaşık 2 ay önce de hayvanlarının bir kısmını satmış. Nedenini sorduğumuzda şöyle anlatıyor:
“Ailem ezelden beri bu işle uğraşıyor. O zamanlar sektör kazandırıyordu. İlerleyen zamanlarda bu iş bitti gibi bir şey. 2015 yılından sonra kırılma oldu. İlk sıkıntı bölgedeki projelerle başladı, sonra ekonomi geldi. Havalimanının köyün kenarına kadar gelmesi, orman arazilerinin, otlak yerlerinin yok olması gibi… Mera sıkıntısı çekiyoruz. Arpalar, buğdaylar biçilmeden hayvanları dışarı salamıyoruz. Bu da temmuz-ağustos-eylül aylarına tekabül ediyor. Dokuz ay hep içeride. Bu da insan ve hayvan için stres, sıkıntı, maliyet artışı demek. Geçen yılla kıyasladığınızda girdi maliyetleri 1’ken 3 oldu. Bizim malımız artık para etmiyor. Kazanç kalmadı.”
‘Artık her gün kaybediyoruz’
Kahveden çıkıp Erduran ile mandalarının yanına gidiyoruz. Yolda hayvancılıktan yakınan Çevik manda yetiştiriciliğinin artık İstanbul şartlarında zor olduğunu söylüyor. Kendisinden sonra da aileden kimsenin bu işle uğraşmayacağını belirten Çevik havalimanıyla birlikte köylüden çok şehirli olduk ifadelerini kullanıyor. Hayvancılığı nasıl devam ettireceğini sorduğumuzda ise niyetinin bu yönde olmadığını anlatıyor:
“Bugün yarın ilana çıkacağım ben de. Sonrası Allah kerim. Zaten her şeyimi satıp kur korumalı hesaba yatırsam daha kârlıyım. Başka ne yapabilirim? Biz dört kişi çalışıyoruz. Dört kişi gidip bir yerde asgari ücretle çalışsak en azından kazandığımızı kaybettiğimizi biliriz. Artık her gün kaybediyoruz. Sürekli kayıp. Bu işi yeni yapacak insanlara tavsiyem, hiç girmesinler. Hiç kimse bu işe heveslenip de girmesin. Son 40 günde civarda 600’e yakın hayvan kesime gitti. Sorun hep aynı.”
‘Orman, mera kalmadı, tarım arazileri satıldı’
Erduran’dan aldığımız referansla manda yetiştiren Yeniköy ahırlarının yolunu tutuyoruz. Köyün sokaklarının yarısı havalimanına yarısı da Kanal İstanbul güzergahına çıkıyor. Köy iki proje arasında kalmış gibi. İstanbul’un kıyı köylerinden olmasına rağmen hala bir altyapı ve kanalizasyon sistemi yok. Pis su hala yoların kenarlarından akacak güzergâh buluyor.
Köyde manda yetiştiren aileler daha önce Kanal İstanbul’a karşı tepkilerini dile getirdiği için Tarım ve Ormancılık Bakanlığı’ndan aldıkları hibeler kesilmiş. Bu nedenle köylülerin çoğu bizimle konuşmaktan çekiniyor. Ancak kanala ve yitirilen meralara karşı tepkisini dile getirmek isteyen Suat Çevik bizimle konuşmayı kabul etti. Ailesiyle manda yetiştiriciliği yapan 50 yaşındaki Çevik, çocukları ile birlikte kurdukları ufak çiftliklerinde gün boyu mandalarla ilgileniyor. Atadan toruna yaklaşık 100 yıldır manda yetiştiriciliği yapıyorlar. Ancak onlar da aynı dertlerden mustarip. Havalimanı inşaatından önce yaklaşık 300 mandası bulunan Çevik, kalan son 40 mandasıyla geçimini sağlamaya çalıştığını söylüyor:
“Mandacılık geçmişten bugüne burada azaldı ve bitme noktasına geldi. Artık kalan mandalarla geçim sağlamak zor. Yem fiyatlarına zaten yetişemiyoruz. Bir çuval yem olmuş 340 lira, süt 11 lira. Bir de yemi kendim ürettiğim halde işin içinden çıkamıyorum. Bu yaz müşteri bulursam satacağım mandaları. Orman, mera kalmadı, tarım arazileri satıldı. Havalimanının olduğu yerde eskiden sekiz köy hayvan bakıyordu.”
Erduran’a bu işi sevip sevmediğini ve bırakırsa ne yapacağını sorduğumuzda ise şöyle anlatıyor:
“Bütün köy aynı durumda. Seviyorum ama kazanmadığın işi sevmenin bir anlamı yok ki. Sütçülerin elindeyiz ama fiyatları sütçü artırmıyor ki… Aracı ve market fiyatları artıyor. Üreticiye yok. Köyde toplasanız 300 manda kaldı. Eskiden 150 hane varsa 100’ünde hayvan vardı. Maalesef ki bitti. Mera olmadığı için kurtarmıyor. Et fiyatlarını düşürdükleri gibi yem fiyatlarını da düşürsünler. Yem fiyatları düşmüyor bir de zam geliyor. Üstüne bir de havalimanı, Kanal İstanbul derken mera da kalmadı. Biz 100 senedir mandacılık yapıyoruz ama bu fiyatlar yüzünden bitecek.”
İstanbul’un kuzeyi Karadeniz iklimine sahip, suları ve dereleriyle mandaların yetişmesi için ideal bir bölge. Bu bölgede bulunan köylerde geçim kaynağı büyük oranda hayvancılıktan sağlanıyor. Özelikle 2015 yılında manda yetiştiriciliği bölgede altın çağını yaşıyordu. Ancak havalimanı inşaatıyla birlikte hayvancılık yavaş yavaş bitme noktasına geldi.
Havalimanına sınır komşusu olan Baklalı köyü de manda yetiştiricilerinin yapıldığı nadir köylerden biri. İkinci durağımız bu köy oluyor. Burası aynı zamanda olası Kanal İstanbul güzergahında yer alıyor. Büyük kısmı proje alanında yer alan köyün kalan mera arazileri ise parsellenerek özelleştirildi. Bu nedenle dikenli tellerle çevrilen meralar artık mandaların erişimine açık değil. Mandalarını hazır yemle beslemeye çalışan küçük ölçekli aile işletmeleri ise büyük bir gider kalemi ile baş başa kaldığı için manda yetiştiriciliğini bırakmak zorunda kaldığını söylüyor.
Köyün girişinde etrafı çitlerle çevrili bir mera arazisi karşılıyor bizi. Mandalar çitlerin etrafında dolaşarak eski otlaklarına girmeye çalışıyor. Ancak karşılaştıkları tek şey beton bloklar ve dikenli teller. Serin, ferah bir köy havası var. Gün ortası olmasına rağmen köy çok sesiz. Köylülerle karşılaşma umuduyla meydanda bulunan kahvehaneye gidiyoruz. Bakacak hayvanları artık olmadığı için olsa gerek köyün neredeyse bütün erkekleri kahvehanede güne başlamış gibi. Aralarında manda yetiştiricisi var mı diye sorduğumuzda kulaklarımız aynı şeyleri işitiyor:
‘Köylüler burada gazetecilere bir kere konuştu, etmediklerini bırakmadılar’
Tam dışarıya yönelmişken köyün muhtarıyla karşılaşıyoruz. Köylüler gibi o da şüpheli bakışlarla süzüyor bizi. Ciddi bir tavırla burada ne işimiz olduğunu soruyor. Gazeteci olduğumuzu öğrenince kızgın bir üslupla “Burada kimse size konuşamaz boşuna uğraşmayın. Köylüler burada gazetecilere bir kere konuştu başılarına gelmeyen kalmadı. Neredeyse aldıkları bütün yardım ve yatırımlar kesildi” diyor.
Hikmet adında bir köylü de muhtarı destekliyor:
“Benim 150 tane hayvanım vardı. Bu mera arazilerine el koyduklarında karşı çıktım, gazetecilerle konuştum diye etmediklerini bırakmadılar. Bir litre bile mazot desteği alamadım ondan sonra. Meralarda gidince hayvanları satmaktan başka çare kalmadı.”
Kalan son manda yetiştiricilerinin ahırlarını ziyaret etmek için kahvehaneden ayrılıyoruz. Köyde manda yetiştiriciliği yapan sadece beş aile kalmış. Onlar da hayvanları meraya bırakamadıkları için yılın sekiz ayında ahırda bakıyor. Muhtarın tarif ettiği ahırları tek tek dolaşıyoruz. Ancak bizimle konuşmayı tek bir aile kabul etti. Konuşmama nedenleri ise devletten aldıkları desteklerin kesilme korkusu.
‘Köyümüzün iki bin tane mandası vardı şimdi 300 tane çıkmaz’
Son olarak kardeşiyle birlikte manda yetiştiriciliği yapan 57 yaşındaki İsmail Çorlu ve eşi Safiye Çorlu’nun yanına gidiyoruz. Doğma büyüme Baklalılı İsmail Çorlu da bu işi dededen beri yapanlardan. Üç çocukları var ve şehir dışında üniversitede okuyorlar. Mandaların bakımı sırasında yakaladığımız Çorlu, dedelerinin 1909 ile 1912 yılları arasında Bulgaristan’dan İstanbul’a göçtüğünü ve o zamandan beri bu meslekle uğraştıklarını anlatıyor:
“Babama dedemden kalmış mandalar, babamdan da bana geçti. Havalimanı oldu artık çocuklarım yapmaz. Üçüncü kuşağız ama çok mağduruz. 50 tane mandamız var. Bitirdiler. Köyümüzün 2 bin tane mandası vardı şimdi 300 tane çıkmaz. Beş kişi kaldık. Biri ben ve kardeşim. 2 bin hanelik köyde beş kişi kaldık maalesef.”
Manda için suyun öneminden bahseden Çorlu, sadece meraların değil, ormanların ve su göletlerinin de yok edildiğini söylüyor:
“Yeşil yürüdü, hayvanlar içeride kaldı, korkuyorlar. Otlatmaya yer kalmadı. Sadece meraları değil, ormanları ve göletleri de yok ettiler. Su önemli, ineğin ter bezi var, mandada ter bezi yok. Suya yatıp kendini soğutması gerekiyor. İnek gibi atamıyor. Manda su istiyor, çamur istiyor, batık istiyor. Yatması gerekiyor bu hayvanın. İçerde sıcak da olmuyor. Çalıda ormanda kendini kaşıması gerekiyor. Bir kere yanlış başta devletimizde. Devlet bana manda bak, inek bak diye destek veriyor. Ama meralarımıza, ormanlarımıza el koyuyor.”
Üretmeyen insan ne yapar?
Çorlu, bölgede yürütülen projelerden söz ederek havalimanının ardından Kuzey Marmara Otoyolu’nun, şimdi de Kanal İstanbul’un bölgede tarım ve hayvancılığı öldürdüğünü belirtiyor:
Zaten şimdi birde Kanal İstanbul belası çıktı başımıza. O gelirse tamamen mahvolduk. O zaman hepimiz gideceğiz. Biz de eşimle birlikte emekli maaşını yiyip yatacağız ne yapalım. Yapacak bir şey yok. Üretmeyen insan ne yapar?
‘Tüysüz yetimin hakkı bile kalmadı’
Çorlu ailesine son olarak Cumhurbaşkanının manda yoğurdu tarifi verdiği dönemde manda yoğurduna ilginin artıp artmadığını sorduğumuzda ise İsmail Çorlu soruyla karşılık veriyor:
“Yem fiyatı artıyor, süt fiyatı artmıyor. Sen hiç duydun mu manda yoğurdunun fiyatı artacak diye?”
Eşi Safiye Çorlu ise “Sor bana bakalım sen” diyerek şöyle yanıt veriyor:
“2000’den evvel sekiz tane sütçü ineğiyle beş ton süt çıkıyordu bu köyde. Bugün için bir ton süt anca toplanır, yani mandadan, inekten bir ton süt toplanıyor artık. Hep işletmeler kapandı. Şimdi tavuk dahi bakamıyor insanlar. Her şey çok pahalı. Sorsan 5 kilo manda sütünden yoğurt yapıp yiyor musun, çocuklarına yediriyor musun’ diye. Yedirmiyorum. Mandanın yavrusu bile annesinden süt içemiyor. İnek sütünden daha değerli diye manda malağını ineğe emdiriyoruz. Düşün yavrum, tüysüz yetimin hakkı bile kalmadı. Yediremiyorum. Nasıl yedireceğiz?”
İstanbul’daki 14 -15 bin manda varlığı bugün 6-7 bine kadar düştü
İstanbul Damızlık Manda Yetiştiricileri Birliği 2015 yılı verilerine göre Türkiye’deki yaklaşık 105 bin manda işletmesinin 260’ı İstanbul’da bulunuyordu. Verilere göre bu çiftlikler yaklaşık 14 -15 bin mandaya ev sahipliği yapıyor. Ancak 2015 yılında 3. havalimanı ve yeni köprü inşaatının başlamasıyla birlikte bu oranlar giderek düştü. İnşaat süreciyle beraber bölgede bulunan yaklaşık 100 işletme kapanmak zorunda kaldı. Kapanan işletmeler nedeniyle İstanbul’daki 14 -15 bin manda varlığı bugün 6-7 bine kadar düştü.
Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu’ndan Rüya Kurtuluş, İstanbul’da yetiştirilen manda oranlarında Kanal İstanbul’la birlikte daha da düşüş yaşayacağı, hatta manda yetiştiriciliğinin tamamen bitebileceğini söylüyor. Kurtuluş, inşaat rantıyla birlikte İstanbul’un kalan son tarım alanlarının da sermayeye peşkeş çekildiğini belirterek Kanal İstanbul’un yaratacağı ekolojik yıkıma dikkat çekti:
“Türkiye çok uzun süredir üretken olmayan bir sermaye birikimi üzerinde ekonomiyi döndürüyor. İnşaat, madencilik, enerji alanındaki yatırımlar ve bu alanlardaki şirketlerin büyümesi üzerinden kurulan bir ekonomik model var. Şimdi de kanal projesi adı altında esas olarak o bölgedeki daha önce imara açılmamış tarım alanları, ormanlık alanlar ve meralar, mera kalanlar imara açılıyor. Özellikle de hızla yapılmaya çalışılan şeyin bu olduğunu görüyoruz. Tabii ki en başta yaratacağı ekolojik bir yıkım var ortada. Çünkü İstanbul’un bakir alanlarının, doğal alanlarının önemli bir kısmı bu projenin yapılacağı yerlerde. Haliyle bu projeyle bölgenin sosyoekonomik yapısı da değişiyor. Bölgede tarım ve hayvancılıkla geçimini yapan köylüler. Artık bu imkanları bulamıyor.”
Büyük şirketler, zenginler, patronlar tek tek arazi topluyorlar
Kurtuluş henüz Kanal İstanbul’un inşasına başlamadan bölgenin yapılaşmaya, açıldığını bu nedenle bölge halkının göç etmek zorundu kaldığını anlatıyor:
“Bölgedeki en ciddi sorun ve şu an yaşanan en belirgin değişim arazilerin el değiştirmesi. Büyük şirketler, zenginler, patronlar tek tek arazi topluyor. Köylülerin yöre halkının elinden araziler, tarım alanları alınıyor. Hatta bu satışların çoğu hukuksuz bir şekilde de gerçekleştiriliyor ki İstanbul’da çok ciddi bir imar sorunu olduğu için zaten arazilerin kimin eli kimin mülkünde olduğunun da belli olmadığı bir durum yaşanıyor. En ciddi sorun bu. Görünen ciddi değişiklik bu. Ama bunun dışında da sonuçta bu geniş yapılaşma amaçlı arazilerin el değiştirmesi sonucunda bu bölgelerde geçimini tarımdan, hayvancılıktan sağlayan insanlar göçmek zorunda kaldı. Bir sosyal değişim de yaşanıyor bu bölgede. Zaten Kuzey Marmara Otoyolu, üçüncü köprü ve Üçüncü Havalimanı ile beraber başlayan bir süreçti bu.”