Prof. Dr. Şükrü Aslan Hocamızın Birgün’deki yazısını şöyle;
Türkiye’nin uzun yıllardır depreme karşı neredeyse yegâne politikası, sürekli inşaat yapmak olarak anladığı ‘kentsel dönüşüm’ olmuştur. Bu ülkenin bakanları başta olmak üzere merkezi düzeydeki yöneticileri deprem olduğu anda bile, yeni inşaat sahalarını konuşurlar. Bir çeşit politik alışkanlığa dönüşen bu tutum, şehirlerde boş alanlar varsa, oraların da canına okumak anlamına geliyor. Nitekim İstanbul 6.2 ile bir kez daha sallanınca, adetten olduğu üzere koro halinde kentsel dönüşüm vurgusu alevlendi.
Diğer şehirlerde olduğu gibi, İstanbul da bu politikanın kurbanı olarak bir beton şehre çoktan dönüştü. Sözde ‘deprem toplanma alanları’ bile artık ya yok ya da işlevleriyle ilgisi yoktur. Hatta İstanbul’da depremde toplanılabilecek güvenli alanların hemen hemen kalmadığını söylemek de mümkün. Ne yazık ki gerçek bu.
Türkiye’de özellikle 2000’li yıllarda geliştirilen bu politikanın siyasal yansımaları ise büsbütün tedirgin edici ve umut kırıcı. O kadar ki 2019’dan bu yana, kamucu yeni bir politika geliştiren ve İstanbul’a bir ölçüde nefes aldırmayı deneyen ekip, neredeyse tümüyle hapiste bulunuyor. Tuhaf ama İstanbul’u türlü musibetlerle tanıştıranlar özgür, kurtarmak isteyen şehirciler ise hapiste!
∗∗∗
Şimdi hapis olan bu şehirci ekip, Ekrem İmamoğlu 2019’da İBB Başkanı seçildiğinde, yeni yönetimde önemli görev ve sorumluluklar üstlenmişti. Tayfun Kahraman daha göreve başladığında İBB adına bir grup akademisyeni, şehri depreme hazırlamak amacıyla Saraçhane’deki Belediye binasına davet etmişti. Zira adeta inşaat deposuna dönüşen şehrin depremsel geleceğinden kaygılıydı. Bu gidişatı değiştirmek için daha o zamanlar ilk adımlar atılmış, uzmanlarla yol haritaları çıkarılmıştı. İstanbul’un en riskli ilçelerinde ‘Hızlı Tarama Yöntemi İle Bina İncelemesi’ onun, ‘Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı’ döneminde başlamıştı. Aynı dönem Gürkan Akgün ‘İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’ görevini üstlendiğinde ‘şehir-deprem ilişkisi’ onun da kaygısıydı. 2024’de daha geniş alanda sorumluluk anlamına gelen Genel Sekreter Yardımcılığı görevine getirildiğinde bir dizi proje geliştirmişti. İstanbul’da kat yoğunluğunu arttırarak kenti inşaata boğmak yerine, İstanbulluların binaları yenileme süreçlerine destek olmayı amaçlayan “İstanbul Yenileniyor Mali Destek Paketi” projesi onlardan biriydi. Resul Emrah Şahan ise İstanbul Planlama Ajansı (İPA) gibi sonraları diğer belediyelere de örnek olacak özgün bir modelin yaratıcılarından biri ve doğrudan sorumlusuydu. Şişli Belediye Başkanı seçildiğinde de ilk iş olarak ilçenin canına okuyan rantçı inşaat çalışmalarını durdurmuş ve daha pek çok alanda kırılgan grupların lehine adımlar atmıştı. Kendisinin ifadesiyle ‘kamu aklının iyice zayıflatıldığı bir zamanda, kamuyu yeniden kurmak’ derdindeydi.
∗∗∗
Bu üç şehircinin bu yazıya sığmayacak çok fazla kamusal hizmetleri oldu elbette. Üçü Şehir Plancısı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü mezunuydu. Bu bölüm, akademinin sermaye lehine dil değiştirdiği dönemde ısrarla ve özenle kamucu alanda kamayı tercih eden akademik kadrosu ile alanında kıymetli izler bırakmıştı. Üçü de uzun yıllar kamucu politikalar için uğraş veren Şehir Plancıları Odasında görev yapmış ve aynı şekilde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte Beylikdüzü Belediyesi deneyiminde birlikte çalışmışlardı.
Depremle türlü muharebeleri olan İstanbul, 25 yıl sonra yeniden işin uzmanı, kamucu düşünen, sermaye gruplarının sesi olmayan saygın başka şehirci, sosyolog ve kamu yöneticilerinin olduğu bir ekibin yönetimi ile tanıştı. Aslında sadece İstanbul için değil, bu durum Türkiye için de bir umuttu. Nitekim beş yılda, üstelik ağır kısıtlayıcı koşullara rağmen çok önemli kamusal hizmetler üretti. Ne var ki Türkiye bu umudun simgesi haline gelmiş o kıymetli ekibi hapse koydu. Bugün üç Şehir Plancısı, Buğra Gökçe, Ahmet Özer gibi başka kıymetli meslektaşlarıyla birlikte hapiste bulunuyorlar. Sahi hangi nedenle, hangi sahici nedenle? Temel soru bu!