(Sureyya Cevat Isfendiyaroglu / İstanbul Kuş Rasathanesi Derneği, Editör: Esra Ergin Erdoğmuş / Araştırmacı, Vizyon2050 Ofisi – İPA İstanbul Dergisi 2021 / 002)
Yağmur henüz dinmişti. Bulutların ardından kendini gösteren güneş, Macar meşesi ve sapsız meşe yapraklarıyla kaplı orman çatısının arasından altın ışık huzmelerini asfalta dek uzatıyordu. Bunca güzellik yetmezmiş gibi virajı döner dönmez bir karacanın kömür gözleriyle karşı karşıya geldik. Aracı gören erkek karaca biraz şaşkın, biraz panik acele adımlarla yolun karşısına geçti ve ormanın içine doğru hareketlendi. Bütün bunlar üç saniye sürmemişti, “Dur! Nerede? Orada mı?” diyene dek kaybolmuştu. 20 yılımı İstanbul’da kuş peşinde geçirmeme ve onca arayışa rağmen karacayı ilk 2020 yılında Şile’de görmüştüm. Beni yıllar önce yabanlığıyla büyüleyen İstanbul, “Ben hâlâ ehlileşmedim” diye haykırıyordu.
Kendi şehrim İstanbul’u keşfetmeye, henüz üniversite öğrencisiyken Durusu Gölü’nün denize bakan kıyı bandında kamp kurarak başlamıştım. Gece çadırımızın yakınında etrafı kolaçan eden çakal ve domuzların hışırtılarıyla, tulumlarımızın sıcaklığında uykuya dalmıştık. Hedefimizde nadir kartallar ve ördekleri gözlemlemek vardı. Dondurucu bir sabaha uyandık, güçsüz ama kararlı karayel hafif çalkantılı deniz yüzeyini sıyırarak alnımı, burnumu ve elmacık kemiklerimi sızlatıyordu. Deniz ördekleriyle bu şartlarda Terkos kıyısında tanıştım. Gözlemin başında, deniz alabildiğine engin ve boş gözüküyordu. Teleskopla önce mavinin içindeki siyah noktaları keşfediyorduk, ardından yakınlaştırarak kuşları inceliyorduk. Bu noktalar çoğunlukla bahri veya yeşilbaş oluyordu ama ara sıra isyankâr duruşlu kara gerdanlı dalgıçlar, umursamaz tavırlı tarakdişler ve sürekli dalıp çıkan altıngözler teleskopumuzun kadrajına giriyordu. Bu türler kış ilerledikçe kendini daha sık gösteren kuşlardı ama hedefimizde kadife ördek, kara ördek veya telkuyruk vardı. Ayazın doruğunda bir şubat sabahında denizden yükselen turuncu gagalı kara bir siluetin kanadındaki beyaz bandı gördüğümde içimde yükselen coşku ve sevinç hissetmediğim parmaklarıma ve kulaklarıma kan pompalamıştı. İlk görüşte aşk belli ki buydu. İşte deniz gözlemi tutkusu bende böyle başladı ve her gözlem birer deneyime evrildi.
İstanbul’un Gerçek Sakinleri
Büyük orman kartalı ve genç akkuyruklu kartallar özellikle kışın Terkos Gölü’nde düzenli zaman geçirir, zira binlerce ördek ve martı beslenmek için buraya akın eder. Burası aynı zamanda İstanbul’un en önemli içme suyu rezervuarıdır ve tam anlamıyla İstanbul’daki yaşamın kaynağını oluşturur. Bazı yıllar gölün yüzeyi silme ördek ve sakarmekeyle kaplanır. Yırtıcı kuşlar, tıpkı Serengeti’de avlanan çitalar gibi bu grupları taciz ederek, içlerinde yeterince sağlıklı veya becerikli olmayan bireyleri sürüden ayırmaya ve indirmeye çalışırlar. Terkos Gölü’nün bir diğer yerlisi, yaban kedisi de havaların soğumasıyla denizi geçen ötücü kuşları bekler ve bu yorgun göçmenlere hayatlarının baskınını yapar. İstanbul’un gerçek sakinlerinin kuzeydeki mücadelesi hiç bitmez.
Bir sonbahar günü Rumelifeneri’ndeki Ceneviz kalesinde kahvemi yudumluyor ve üç kara gagalı sumrunun avlanmasını izliyordum. Kanatlarını kısıp kendini zıpkın gibi denize bırakan sumru ağzında balıkla yükselişe geçmek üzereydi. Birden kahverengi bir gölge belirdi ve kafasına küt diye vuruverdi; sumrunun gagasından düşen balığı kapan korsan martı hızla uzaklaşırken denizden bisiklet zilini andıran yalıçapkınının sesini duydum. Yalıçapkınları Karadeniz’i boydan boya geçen minyatür mavi torpidolara benzer. Rumelifeneri kıyıları, sonbaharda birçok göçmen kuşun Karadeniz’e geçtikten sonra uğradıkları ilk kara parçasıdır. Özellikle ötücü göçmen kuşlar için burası bir benzin istasyonu gibidir. Sadece Rumelifeneri değil, Riva, Şile, Ağva, Kilyos ve Karaburun kıyıları, yani bütün Karadeniz bandı önemlidir. Denizi direkt geçen karabaşlı, ak gerdanlı, boz ötleğenler, bülbüller, taş kuşları, yalancı makiliklerde bulunan yemiş ve burada yaşayan böceklerle beslenir. Yalancı maki deyip de geçmeyin. Kocayemiş, akçakesme, defne, ağaç funda, böğürtlenler sonbaharda hep meyvede olurlar, İstanbul’un son sülünleri bu çalılıklardan gürültüyle kalkar. Karadeniz’i geçen bitap göçmenler burada beslenip sağlıkla yollarına devam ederler.
Hemen ardında uzanan Belgrad Ormanı’nın yerlilerinden bahsetmemek olmaz. Porsuk, yediuyur, kaya sansarı gibi memeli türlerini de barındıran Belgrad Ormanı hem tarihi hem doğal miras olarak değerlendirilmesi gereken ve İstanbul’un kent ormanı niteliğindeki eşsiz alanlarından biri olmuştur. Ormanın kayın, gürgen, meşe, ıhlamur, dişbudak ve kestane gibi ağaçlardan oluşan farklı meşcereleri birçok kadim log Hans Kummerlöwe’ye göre, bir zamanlar İstanbul’da Alemdağ ormanlarında kara ağaçkakanlar yaşarmış, bu ormanların tamamının traşlanması bu canlının Anadolu Yakası’ndan kaybıyla sonuçlanmış, yakın zamanda Çilingoz’da keşfedilene kadar bu canlı İstanbul sınırlarında resmen yok olmuştu. Bugün bentler çevresinde üreyen ak sırtlı ağaçkakan, ortanca ağaçkakan ve küçük yeşil ağaçkakan gibi türler İstanbul’un kuşkusuz en hassas canları olup doğal yaşlı ormanların gösterge türleri arasında yer alıyor.
Her Şeye Rağmen Yaşam Dolu
Doğal yaşlı ormanlar, içerdiği ağaçların büyük çoğunluğunun doğal olgunluğa eriştiği, bunun sonucu olarak içinde, yaşlı ağaçlarla birlikte kırık, devrik, çürük ve dikili kuru ağaçların fazlalığıyla üretim ormanlardan belirgin bir şekilde ayrılır. Bu ormanlar insan etkisinden uzak, kendisini oluşturan öğeleri arasındaki ilişkilerin tümüyle sürdüğü, genellikle çok tabakalı ve değişik yaşlı ormanlardır. İşte Kuzey Ormanları yıllardır yoğun biçimde işletilmesine ve neredeyse her metrekaresi rekreasyonel(1) olarak kullanılmasına rağmen halen yaşamla dopdoludur. Mesela çevik kurbağa, küçük semender, ağaç kurbağası gibi canlılar İstanbul’un Kuzey Ormanları’nda yaşıyor. Orman altındaki yaprak döküntüsünde, küçük derelerde eşlerini buluyor, yaprak altı ve su birikintilerine yumurtalarını bırakıyorlar. İstanbul’un geleceğinin teminatı olan su kaynakları ormanlardan can buluyor, kılcal dereler halinde barajlar ve denizlere sızarak alaca sinekkapanlara hatta su samurlarına can vermeye devam ediyor.
İstanbul’un kuzeybatı köşesi Çilingoz Ormanı’nda İstanbul’un bir diğer önemli otçul türlerinden kızıl geyiğin de yabani bir popülasyonu bulunuyor. Kayın, gürgen ormanlarının altında mor çiçekli orman güllerini barındıran enfes bir peyzaj sunuyor. Tabii eski bereketi kalmamış. Bundan 70 yıl önce Çilingoz’dan Bulgaristan sınırına kadar o kadar çok geyik olurmuş ki, kızışma zamanları geldiğinde gece ormanın derinliklerinden gelen geyik böğürmeleri ve birbirine kafa tutan erkeklerin homurtuları orman kıyısında yaşayan halka huzursuz geceler yaşatırmış. O huzursuzluk, ormanlarına sızan kaçak avcılar ve geyik yavrularını erginleşmeden avlayan yabanileşmiş köpek çeteleri nedeniyle daha çok kendine musallat olmuş kara bir yazgı gibi… Şimdi seyrek olarak karşılaşılan bu ulu otçul, ormanın derinliklerinde ürkek adımlarla, beğendiği az sayıda bitkiden parça parça beslenerek varlığını sürdürüyor, eskiden gönül rahatlığıyla yayıldığı orman içindeki çayırlara korkarak sokuluyor. Bir kaçak, bir sürgün gibi tedirgin, her çıtırtıyı dinleyerek, havadaki her kokuyu analiz ederek, bir yavru daha büyütebilmek için kendini sakınıyor.
Boğaz’ın Transit Yolcuları
İstanbul’un kuzeyi, süzülen göçmen kuşlar için de önemli bir coğrafi bariyer olan deniz boyunca uzanır. Her yıl yüz binlerce leylek ve yırtıcı kuş iki kez Boğaz’ı geçerler. Bu kuşların kanat açıklıkları çok geniştir ve büyük bir kısmı yavrularını büyütmek için geniş alanlara ihtiyaç duyarlar. Bu türler var olmak için kuzeyde Doğu Avrupa’da kışın çetin şartlar hüküm süren, yazınsa bol besin barındıran üreme bölgeleri ve güneyde Afrika’ya uzanan kışlama bölgeleri arasında zorunlu olarak mekik dokurlar. Uzun yolculuk sırasında hayatta kalmak ancak enerjiyi idareli kullanarak mümkündür. Bu yüzden yırtıcı kuşlar karalar üzerindeki termalleri kullanıp mümkün olduğunca kanat çırpmadan süzülerek göç ederler. Duyuları saye-sinde oluşan sıcak hava akımlarında döne döne yükselir ve bir diğer termale kadar süzülürler. Dolayısıyla yırtıcı kuşlar ve leylekler hep karalar üzerinden göç etmeyi tercih ederler. Ana kara yüzeyinden yükselen sıcak hava akımları denizler üzerinde aynı şekilde oluşmaz. Özellikle ilkbaharda İstanbul’da güney-den esen rüzgârlar hâkim olduğunda göç katarları deniz boyuna sıkışır ve on binlercesi dar bir patikadan ilerlercesine denize paralel uçarlar. Kuzey Ormanları, meraları ve kuzeydeki tarım alanları bu canlıların uzun yolculuklarında dinlenecekleri olanaklar sunar. Dünya popülasyonunun %95’i İstanbul’dan göç eden küçük orman kartalı, binlerce yılan kartalı, küçük kartal, şahin ve arı şahini Kuzey Ormanları’nda geceleyebilir. Leylekler gittikçe daralan mera ve tarım alanlarına iner ve yola çıkmadan önce dinlenir, enerji toplarlar. Günümüzde otoyol refüjlerinde ve evlerin çatılarında geceleyen leylek görüntülerinin artması göçmen kuşların yaşadığı çaresizliği açıkça resmediyor.
Sürprizi Tükenmeyen Bir Hazine Sandığı
Yaban domuzları ekolojik toleransı oldukça yüksek hayvanlardır. Güçlü, sağlıklı kişilere şakayla karışık “domuz gibi” tabiri bu yüzden kullanılır. 2014 yılında kuzeyde yoğunlaşan altyapı faaliyetleri ve yaygınlaşan yol ağının bu canlıları da yurdundan ettiğini görmüştük. Yaşam alanlarının parçalanması yaban hayvanı popülasyonlarını da hunharca böler. Biz bilmesek de görmesek de karasal yüzeylerin bir sahibi bulunur, her yaban hayvanı bölge tutar ve ortasından yol geçirince uygun yaşam alanı daralır. Çevredeki diğer bölgeler de başka domuzların hükümranlığındadır ve yurtsuz kalanları kovalarlar. İşte kuzeydeki orman kaybıyla beraber 2014 yılında kendini Boğaz’ın serin sularına atan ve yalıların bahçesine sığınan domuzların öyküsü muhtemelen böyle başlamıştır. Bölgesiz kalmanın getirdiği panikle, bölgelerini koruyan diğer domuzların yaptığı baskıdan kaynaklanmıştır. Parsel parsel yabandan arındırılan bu bölgelerden kovulan sadece geyikler, domuzlar ve çakallar değil, binlerce mandanın yetiştirildiği, manda yoğurdu ve kaymağı satan küçük işletmelerin bulunduğu kuzey İstanbul meraları yerini yeşilin kıyısında güvenlikli sitelere devrediyor. Artan kentleşme baskısına rağmen İstanbul’un kuzeyinde sürprizi tükenmeyen bir hazine sandığı gibi olan Şile, devasa ormanları, akarsuları ve mağaralarıyla İstanbulluların ihtiyaç duyduğu yeşili ve huzuru sunmaya devam ediyor. İstanbul, Batı Karadeniz kıyısından devam eden kumul sistemini barındırmaya ve aynı zamanda bu habitatın Türkiye’nin kuzeybatı kıyılarındaki en az zarar görmüş örneklerinden birisi olmaya devam ediyor. Doğaseverlerin favorisi kum zambaklarının sağlıklı popülasyonlarıyla birlikte nadir görülen önemli bitki türleri bu eşsiz kıyı kumullarını süslüyor. Bahar aylarında tepeli karabatakların yuvaladığı Şile adaları, türün Türkiye kıyılarındaki en önemli üreme alanlarından birisidir. Karstik yapıdaki mağaralarında ise nesli küresel ölçekte tehlikede uzun ayaklı yarasa Akdeniz nalburunlu yarasası ve Mehely’in nalburunlu yarasası gibi yarasa türlerini barındırıyor. İstanbul’un kuzeyi Çatalca’dan Sarıyer’e, Beykoz’dan Şile’ye İstanbulluların ortak mirası ol-maya devam ediyor. Burası zengin ya-ban hayatı doğasını tanımak, öğrenmek ve birlikte yaşam kültürünü geliştirmek için canlı bir müze. İstanbul’da yaşamı sürdürmek için korumamız gereken su havzalarının, İstanbul’un son tarım alanlarının ve hafta sonu insanların nefes almak için gittiği ormanların yer aldığı bir doğa mabedi; bunun tesci-li işte bu yazıda anlatılan karacalar, kurbağalar ve kuşlar… Çocuklarımıza ekmeğin nereden geldiğini, yoğurdun nasıl mayalandığını, çileğin ve böğürtlenin hangi çalıda kızardığını göstere-bileceğimiz, toprağın pislik değil yaşam olduğunu anlatacağımız bir İstanbul parçası, evinizden birkaç saat uzaklıkta sizi bekliyor.
Notlar: 1 Rekreasyon, kuralsız yapılan ve fiziksel etkinliğe dayalı bir eğlenme biçimidir. Motivasyonu kazanç olmayan, devamlılık gerektirmeyen, kişiyi tazeleyen ve çevreyle etkileşime sokan bir zaman geçirme biçimidir –e.n